Ekim ayı enflasyon rakamları açıklandı. Ekim ayında enflasyon aylık bazda yüzde 2,71 olan piyasa beklentisinin altında yüzde 2,55 olarak gerçekleşti. Yıllık enflasyon yüzde 32,87 seviyesine gerilerken aylık bazda en çok yükselen giyim ve ayakkabı oldu. Ancak alt kırılımlara sepet ağırlıklarını da dikkate alarak baktığımızda aylık bazda en yüksek katkının 0,83 puan ile gıda ve alkolsüz içeceklerden, 0,69 puanlık katkının ise giyim ve ayakkabıdan geldiği görüldü. Bu kalemleri 0,45 puan katkı ile konut izledi. Burada dikkat çekmek istediğim nokta ise enflasyon rakamları açıklandığında hepimiz doğal refleksle en fazla artan kaleme odaklanıyoruz. Manşetlerde “Eğitim enflasyonu”, “Giyim enflasyonu” gibi başlıklar görüyoruz. Eylül’de suçu eğitim harcamalarına, Ekim’de ise giyime attık. Rakamlar doğru; bu kalemler ilgili aylarda en çok artış gösteren gruplardı. Ancak tabloya biraz daha derin bakıldığında, aslında hikâyenin başka bir yönü olduğu açık.
Bu kalemlerin enflasyon üzerindeki etkisi, göründüğü kadar büyük değil. Çünkü her birinin toplam sepet içindeki ağırlığı sınırlı. Örneğin eğitim harcamaları TÜFE sepetinin küçük bir kısmını oluşturuyor. Giyim de benzer şekilde, yalnızca mevsim geçişlerinde fiyat oynaklığıyla öne çıkıyor. Fakat aylık enflasyona puan bazında en yüksek katkıyı yapan kalem son üç aydır gıda ve konut grubundan geliyor.
Bu durum tesadüf değil. Gıda fiyatları mevsimsel olmaktan çok, yapısal arz sorunları ve maliyet zincirindeki baskılardan etkileniyor. Don olayı da bu süreçte tuz biber oldu. Ek olarak kur, enerji ve ulaşım maliyetlerindeki artış gıdaya doğrudan yansıyor. Konut tarafında ise tablo: Kiralarda süregelen yukarı yönlü baskı, enerji ve bakım giderleriyle birleşince, enflasyonun kalıcı bir bileşenine dönüşüyor. Yani gıda ve konut kalemleri artık sadece geçici değil, yerleşik enflasyon unsurları haline gelmiş durumda.
Neden önemli? Çünkü enflasyonun dinamikleri yanlış okunursa, yanlış reçeteler yazılır. Eğer kamuoyu, fiyat artışlarını sadece mevsimsel ya da geçici nedenlerle açıklamaya alışırsa, beklentiler bozulur. Beklentilerin bozulduğu bir ortamda ise politikaların etkinliği azalır.
Merkez Bankası hangi kararı alırsa alsın, kamuoyunun ve piyasanın “kalıcı” enflasyon algısı güçlü kaldığı sürece, fiyatlama davranışlarını değiştirmek zorlaşır. Bu da politika faizinin, iletişimin ya da para politikasının etkisini törpüler.
Kısacası, enflasyon sadece fiyatların artış hızı değil; aynı zamanda beklentilerin yönetimidir. Doğru teşhis koymadan doğru tedavi beklemek mümkün değil. Eğitim ya da giyim gibi mevsimsel oynaklıklara takılıp kalmak yerine, sorunun kalbine — gıda ve konuta — odaklanmak gerekiyor. Gerçek enflasyonun hikâyesi, manşetlerin değil, sepetin derinlerinde gizli.