Siyasetin gölgesinde kalan ya da daha doğru bir ifadeyle siyasetin gölgesinde kalması için yoğun çaba gösterilen ekonomik sorunlar öylesine dallandı budaklandı ki bu sorunların üstesinden gelmek, çok istense bile öyle kolay kolay mümkün olmayacak. Üstelik bu sorunları çözmeyi isteyen ve bu konularda samimi olarak kafa yoran olduğu da pek söylenemez.

Sorunlar adeta içinden çıkılmaz bir hal almış ama Türkiye neredeyse hâlâ iktisat teorilerini test etmekle meşgul. Örnek mi, faiz indirilince enflasyonun düşeceğini sanmak gibi. Gerçi bu sanmak mı, öyle olduğuna vatandaşı inandırmaya çalışmak mı, orası ayrı.

Eğer faizi indirmek enflasyonu düşürecek yegâne adım idiyse, 2023’ün haziranından beri enflasyonu artırmak için mi uğraşılıyor? Gerçi 2024’ün aralık ayından sonra 19 Mart sürecine kadar enflasyonu düşürme politikası yeniden uygulanmak istendi ama 20 Mart’tan itibaren politika yine değişti. Eğer 20 Mart ve 17 Nisan’da alınan faiz artırım kararları ekonomide darmadağın olma eğilimi gösteren gidişatı toparlamak için değilse, ne yani yeniden “enflasyonu yükseltme çabası” içine mi girildi?

Faiz paranın kirasıdır

Diyelim elinizde iki varlığınız var; kiraya verilecek bir ev ve bir miktar para.

Evinizi boş tutacağınıza buradan para kazanmak istiyorsunuz. Birileri de bir süreliğine evinizi kullanmak, yani kiralamak istedi; sizin istediğiniz de zaten bu. Bunun karşılığında bir bedel ödeyecekler, değil mi? Sizin aklınızdan zaten kira almadan bu evi başkalarına kullandırmak hiç geçmiyor. Kirayı belirliyor ve her yıl genel olarak enflasyon ölçüsünde zam yapmak üzere anlaşmaya varıyorsunuz.

Diğer varlığınız paranız... Evde tutsanız, çalınma riski bir yana size hiçbir faydası yok. Acaba ondan da para kazanabilir misiniz, var mı bunun bir yolu. Olmaz mı? Paranızı kiralamak isteyen birileri var. Oturdunuz ve anlaştınız; size belli bir dönem için “parayı kullanma bedeli”, yani kira, yani faiz ödeyecekler.

Evini karşılıksız bir şekilde başkasının kullanımına açmayı düşünmeyen parasını para kazandırmak dururken niye karşılıksız kullandırsın?

“Faiz çok yüksek” denilmeye başlandı mı, dikkat!

Ekonomide karar alıcılar zaman zaman “Bu faiz çok yüksek” demeye başlıyor ve faizlerin enflasyon kadar artmasına izin vermiyor. 100 liranıza 50 lira faiz elde edip paranızı 150 liraya çıkardığınız dönemde fiyatlar da yüzde 50 arttığı için reel olarak bir kazanç elde edemeseniz de kayba uğramıyordunuz. Oysa şimdi faize (örneğin) yüzde 30 sınırı getirildi ama fiyatlar yine yüzde 50 artmaya devam ediyor. Şu durumda sizin 100 liranız 130 liraya çıkarken, herhangi bir mal ya da hizmetin fiyatı ortalama olarak 100 liradan 150 liraya yükseliyor. Çok açık ki zarardasınız!

Canınız fena halde sıkılıyor. Her gün anaparadan yemektense o paradan bir şekilde kurtulmak istiyorsunuz. Enflasyon kadar getirisi olan ya da olabilecek yeni yatırım alanlarını aramaya başlıyorsunuz. Eski göz ağrılarınız orada duruyor; altın ve döviz. Dövizde de uzun zamandır pek bir hareket yok ama altın cazip.

Ne yapacağınızı düşünürken gözünüze çok güzel bir ev ilişiyor. Kiraya verdiğiniz parayı (bankadan) geri isteyip o evi satın alıyorsunuz. Şimdi o ev için kira almayacak mısınız; tabii ki alacaksınız.

Bankaya borç verdiğiniz paraya kira, yani faiz aldığınız gibi.

Ya da tersini yaptınız. Ekonomi yönetimi tuttu kira artışına sınır getirdi, nitekim bir dönem bu uygulandı ve kira artışı yüzde 25’i geçemedi. Enflasyon çok daha yüksek, kira gelirindeki artış yüzde 25. Bu sefer de tersini yaptınız; yüzde 25 artışla kira getiren evinizi satıp parayı bankaya yatırarak faiz almayı tercih ettiniz. Yüzde 25 konut kira artışından, çok daha yüksek para kira artışına, yani faize geçiş yaptınız.

Zaman değeri

Faizle ilgili bir tanım daha var. Buna göre faiz, paranın zaman değeridir. Faiz paranın fiyatıdır ve tasarruf edenlerin enfl asyon karşısında satın alma güçlerini koruma amacına hizmet eder. O parayı ödünç alan, yani kredi olarak kullanan da bu parayla para kazanır. Faiz, iki tarafın da belli bir denge içinde kazanç sağladığı bir düzeye işaret eder.

Faiz çok düşükse ve yüksek enfl asyon yaşanıyorsa para sahibi zarar ederken, o parayı ödünç kullanan katmerli bir gelire sahip olur.

Bunlar iktisat fakültelerinin birinci sınıfl arında okutulur okutulmaya ama ülke ekonomisine yön verenler nedense pratikte bu gerçekleri zaman zaman göz ardı eder.

Bir şöyle, bir böyle olunca...

Bir ebeveyn düşünün; çocuklarına normal davranırken bir gün ansızın tutum değiştirip agresifleşiyor. Bu durum bir süre böyle devam ediyor. Çocuklar ne olduğunu anlamaya çalışırken ve akşam evde nasıl bir tabloyla karşılaşacaklarının kaygısını yaşarken bir de bakıyorlar ki bu sefer anne-baba nasıl da ılımlı, normal günlerden bile daha iyi. Yüzleri gülüyor, bir süre böyle geçiyor; ardından yine o ara dönemdeki gibi sert sözler, harçlık kesmeler, arkadaşlarla buluşmalara engel olmalar...

Çocuklar, ne arkadaşlarına söz verebiliyor, çünkü evden izin çıkıp çıkmayacağı belli değil; ne başka türlü plan yapabiliyor. Okulda tost alıp alamayacaklarını bile bilmiyorlar; çünkü o günün harçlığı ne kadar olacak, meçhul.

Faizdeki durum da aynı... Önce enflasyonun altına çekiliyor, kredi kullanan kesim sevinçten havalara zıplıyor... Tasarruf edenler karalar bağlıyor, koşuyorlar dövize, altına, gücü yeten konuta.

“Ebeveyn” tutum değiştiriyor, faiz artırılıyor, artırılmak zorunda kalınıyor, bu sefer yüksek enflasyonist ortamda çok düşük faizle kredi kullanmaya alışmış olanlar başlıyor sızlanmaya.

Dalga boyu o kadar büyük ki, zamanında o kadar yanlış yapılmış ki, o yanlışlardan kurtulmak ve ortaya çıkan kaostan çıkmak mümkün olmuyor.

Kesin olan şu; daha uzun süre mevduat ve kredi faizleri yüzünden bir kesimin yüzünde gülücükler açarken bir kesim ağlamaklı olacak.

•    Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve borsagundem.com.tr’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Kaynak: ekonomim.com