Yıllarca yüksek enflasyonla boğuşan Türkiye gibi ülkelerde dolarlaşma yaygın bir eğilim.
Uygulayacağınız programda atacağınız adımlara ilişkin listenizin ilk sırasında, faizin enflasyonun üzerine çıkarılması olmalı. Aksi takdirde dolarlaşma eğilimini durduramazsınız.
Çok sayıda çalışma, Türkiye ve benzeri ülkelerde enflasyonun ana belirleyicisinin döviz kuru olduğunu gösteriyor. Diğer ‘olası şüpheliler’ ise daha arka planda kalıyorlar. Bunun ana nedeni ithal girdi kullanımının yoğun olması. Kur artınca, yabancı para cinsinden girdi fiyatı yükselmese bile, lira cinsinden maliyet artıyor ve fiyatlara yansıyor.
Başka nedenler de var elbette. Döviz kuru özellikle Türkiye’de ekonominin sağlığı hakkında geniş halk kesimlerine önemli bir bilgi sağlıyor. Onlarca yıldır döviz kurundaki ‘çılgın’ yükselişler krizlerle özdeş olarak algılanıyor. Bu çerçevede, çılgın olmasa da belirgin kur yükselişleri de ileriye yönelik bekleyişleri bozuyor. Kur, tasarrufların ne tür mali araçlara yönlendirileceği açısından da önemli bir gösterge. Yıllarca yüksek enflasyonla boğuşan Türkiye gibi ülkelerde dolarlaşma yaygın bir eğilim. Mali varlıkların yabancı para cinsinden tutulmasının yanı sıra borç almak isteyenler özellikle istikrarsız dönemlerde döviz cinsinden borçlanmak zorunda kalıyorlar. Bazı dönemlerde -özellikle eksik istikrar programı dönemlerinde- aşırı uzayan yerli paranın değerlenme süreci dolar cinsinden borçlanmayı özendiriyor. Nedeni ne olursa olsun sonuçta döviz cinsinden çok borçlu olan kesimlerin bilançoları kur artışlarına karşı son derece kırılganlaşıyor.
İhracat ve ithalatın ana belirleyenleri
Öte yandan döviz kuru ihracatın ve ithalatın iki ana belirleyeninden biri. İhracat açısından mal sattığımız ülkelerin gelirleri arttıkça bizden mal taleplerinin ne denli yükseldiği ikinci ana belirleyici. Meali şu: Yüksek teknolojili ve az sayıda ülkeden temin edilecek ürünlerin ihracatımız içindeki payı ne kadar yüksekse, ihracat pazarlarımızda gelirler yükselirken ihracatımız artacak. İthalat açısından kur dışındaki ikinci ana belirleyici ise yukarıda belirtildiği gibi bizim GSYH düzeyimiz. Yükseldikçe ithalat da şu ya da bu ölçüde artıyor.
Dolayısıyla, net ihracat (ihracat eksi ithalat) açısından bakıldığında döviz kurunun reel değeri (yurtiçi enflasyon ile yurtdışı enflasyon farkından arındırılmış artış oranı) çok önemli. Yerli paranın reel olarak değerli olması ihracatı azaltıcı ithalatı ise artırıcı yönde çalışıyor; net ihracat düşüyor. Öte yandan Çin gibi ülkelerin çok hızlı büyümelerinin ve ihracat rekorları kırmalarının arkasındaki ana neden, uyguladıkları merkezden planlı ve iyi tasarlanmış sanayi politikası. Bu politikanın bir bacağı yerli parayı reel olarak değersiz tutmak. En azından başlangıç döneminde böyle. Toplam üretim içinde daha yüksek teknolojili mal ve hizmet üretiminin payı arttıkça buna ihtiyaç azalıyor.
İşte bu noktada Türkiye ve benzeri ülkelerin önemli bir açmazı ortaya çıkıyor. İşbaşına geldiniz. Enflasyon oldukça yüksek. Buna karşılık faiz oranı enflasyonun bayağı altında. Şirket bilançolarında ve/veya kamuda önemli tutarda döviz cinsinden yükümlülükler var. Hem yükümlülükler hem de varlıklar açısından dolarlaşma yüksek düzeyde. Böyle bir ekonomide elbette süreç içinde birikmiş başka sorunlar da var ama onları bir tarafa bırakayım. Enflasyonu düşürecek ve ona yol açan kırılganlıkları ortadan kaldıracak bir ekonomi programı uygulamak istiyorsunuz.
Faizi artırmanın olumlu yan etkisi, talebi dizginleme ihtimali
Enflasyonun arkasındaki nedenlerin üzerine gitmeniz gerekiyor. Açık ki böyle bir ülkede enflasyonu düşürmeyi amaçlayan bir program dolarlaşma eğilimini durdurmalı (yerli para cinsinden varlıklara olan talebi artırmalı) ve risk primini düşürmeli. Uygulayacağınız programda atacağınız adımlara ilişkin listenizin ilk sırasında, faizin enflasyonun üzerine çıkarılması olmalı. Aksi takdirde dolarlaşma eğilimini durduramazsınız. Faizi artırmanın bir de olumlu yan etkisi var. Enflasyonun ana belirleyeni olmasa da onu etkileyen unsurlardan biri olan talebi de dizginleme ihtimali ortaya çıkıyor. Faizi artırmak gerekli koşul ama yeterli değil. Sadece faizi artırdınız diye herkes birden dolar cinsinden mali varlıklardan vazgeçip lira cinsinden mali varlıklara yönelmez.
Bu politika yerli parayı reel olarak değerlendiriyor. İhracatçının aleyhine ithalatçının lehine çalışıyor. Bu kaçınılmaz. Ama faiz artırma süreci yavaşsa ve ekonomi programı ağırlıklı olarak para politikasına dayanıyorsa yerli para değerlenirken enflasyon hemen düşmüyor. Süreç uzadıkça şikâyetler artıyor. Sadece bu olsa yine iyi. Süreç içinde döviz cinsinden borçlanma cazip hale geliyor. İthal girdi kullanımı artıyor. Ama dikkat: Programın başlangıcındaki sorunların önemli bir kısmı zaten bunlardı. Bir anlamda başa dönülmüş olunuyor.
Kıssadan hisse şu: Bizim gibi ülkelerde;
1- Enflasyonla ve elbette onu yaratan nedenlerle mücadele sadece para politikasıyla yürütülemez.
2- Para politikasında sıkılaşma, yani faiz artırımları (Alaattin Aktaş’tan ‘çaldığım’ deyimle) gıdım gıdım olmaz.
• Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve borsagundem.com.tr’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.