2026’ya girerken kaçıncı ‘geleneksel’ olduğunu unuttuğum ‘yeni yılda Türkiye ekonomisi nasıl şekillenebilir?’ mealindeki yazıyı ‘kaleme almak’ için klavyenin başına oturdum. Eskilerde teknik modeller çalıştırarak ileriye ilişkin öngörülerde bulunmaya çalışırdım. O öngörüler ‘hissiyatım’ ile uyuşmuyorsa, modelden elde edilecek sonuçları etkileyen dışsal değişkenlere (mesela ham petrol fiyatlarına) ilişkin varsayımlarımı değiştirerek yeni sonuçlara ulaşırdım. Şimdilerde model ‘ara yüzünü’ tümüyle dışlayıp, (artık ne kadarsa) deneyimime ve (ne kadar derin ise) ‘hissiyatıma’ başvuruyorum. Önceden söylüyorum ki, deneyim ve hissiyat gibi nesnel olmayan unsurlara dayalı bir yazıyı okumak istemeyenler şimdiden okumaktan vazgeçsinler.

2026’ya ilişkin gelişmeleri temelden etkileyecek unsur Cumhurbaşkanlığı seçiminin ne zaman yapılacağı. Nedeni sanıyorum açık: ‘Seçim ekonomisi’ uygulamasının ne zaman başlayacağı bu tarihe bağlı. Seçim 2028’in başından önce yapılmayacaksa, 2026’da seçim ekonomisi uygulanmayacak anlamına gelir. Ana varsayımım 2026’da seçim ekonomisi uygulanmayacağı şeklinde.

Rezervler, seçim ekonomisi döneminde önemli olacak

Salt seçim tarihi varsayımı yeterli değil. İçeride yargı-siyaset düzleminde yaşanabilecek gelişmeler de önemli. Sanıyorum bunun da nedeni açık: 19 Mart’ta yaşananlar ekonomimizi önemli ölçüde etkiledi. Düşürülmesi beklenen politika faizi artırılmak zorunda kalındı. Beraberinde kredi faizleri de yükseldi. Önemli ölçüde rezerv kaybı gerçekleşti. Oysa o rezervler seçim ekonomisi uygulaması döneminde hayati öneme sahip olacak. Benzer bir gelişme yaşanabilir mi? Yaşanmayacağı varsayımı ile yola çıkayım. Daha sonra, bu tür bir gelişme yaşanırsa ne oluru da tartışırım.

Bunlar da yeterli değil. ABD-Türkiye ilişkilerinin ekonomimizi derinden etkilediği dönemler olabiliyor. En yakın örneği 2018’de yaşananlar. Bir yandan Suriye meselesi üzerindeki anlaşmazlıklar diğer yandan Rahip Brunson krizi nedeniyle ABD yönetimi Türkiye’ye yaptırımlar koymuştu. Ek olarak Trump, Türkiye’nin dışarıdan kaynak bulmasını (borçlanmasını) sekteye uğratabileceğini ima eden mesajlar göndermişti. 2026’da böyle bir sorun yaşanması olasılığı az. Yaşanmayacağını varsayıyorum. Yanıbaşımızdaki savaşların ve gerginliklerin artmayacağı varsayımı da makul görünüyor.

Bu durumda, bizim kontrolümüzde olmayan ama ekonomimizi belirgin biçimde etkileyebilen dış ekonomik koşullara dönebilirim. Üç soru özellikle önemli ve yanıtlanmalı. Birincisi, küresel risk alma iştahı nasıl gelişecek? İkincisi, enerji ithal fiyatları nasıl şekillenecek? Üçüncüsü, küresel büyüme nasıl gelişecek?

ABD Merkez Bankası faiz indirim sürecinde. Oldukça yavaş, kademeli bir süreç olacak gibi görünüyor. Yeni atanacak Fed Başkanı bu süreci hızlandırabilir mi? Hızlandırırsa risk algısı yükselir mi? Risk alma iştahını birden kesecek bir adım atılacağını düşünmüyorum. Avrupa Merkez Bankası’nın faizleri ise zaten düşük düzeyde: Yüzde 2. Ne daha fazla düşürülmesi ne de yükseltilmesi beklenir. Dolayısıyla, iki önemli merkez bankasının 2026’daki faiz politikası Türkiye ekonomisi açısından olumlu yönde seyredecek.

Enerji fiyatları elbette küresel gelişmelerle yakından ilgili. Özellikle de Rusya-Ukrayna savaşı. Şu anda Brent petrolünün varili 60,5 dolar civarında. ABD Enerji Ajansı, varil fiyatının yılın ilk çeyreğinde 55 dolara kadar düşeceğini, sonra da bu düzeyde kalacağını öngörüyor. İnternette biraz dolaşınca, Avrupa doğal gaz fiyatlarının da düşmesinin beklendiği ortaya çıkıyor. Bunlar da Türkiye için iyi haberler.

İhracatı olumsuz etkileyecek küresel büyüme performansı öngörülmüyor

Küresel büyümenin nasıl şekillenebileceği ihracatımız açısından belirleyici. Özellikle ihracatımızın yaklaşık yarısını yaptığımız Avrupa’da büyümenin ne olacağı önemli. Burada IMF’nin Ekim ayında yayımlanan Dünya Ekonomik Görünümü raporuna başvuracağım. IMF küresel büyüme açısından yeni yılın 2025’ten çok farklı olmayacağını öngörüyor. Bu öngörüsünde riskin aşağıya doğru olduğunun da altını çiziyor; yani daha düşük büyüme ihtimal dahilinde. Avrupa Birliği büyüme tahmini olan yüzde 1,6, 2025 için beklenen büyüme oranı ile aynı. Buna karşılık –iyi haber, IMF Almanya ekonomisinin büyüme oranının yüzde 0,2’den 0,9’a çıkacağını tahmin ediyor. Bu kadar belirgin olmasa da Fransa ve İtalya için de daha yüksek büyüme öngörüyor. İngiltere’de ise bir değişiklik beklemiyor. Dolayısıyla, ihracatımızı olumsuz yönde etkileyecek bir küresel büyüme performansı öngörülmüyor.

Perşembe günü, bu varsayımlar altında büyüme, enflasyon, kur, faiz, cari denge gibi değişkenlerin nasıl seyredebileceğine odaklanacağım.

• Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve borsagundem.com.tr’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Kaynak: ekonomim.com