Süreyya Serdengeçti’yi salı günü ebedi yolculuğuna uğurladık. Merkez Bankası Başkanı olarak görev yaptığı Mart 2001-Mart 2006 döneminde Türkiye ekonomisinde yaşanan gelişmeleri özetlemek istiyorum. Malum, Şubat 2001’de derin bir krize girmişti ülke. Mayıs 2001’de Türkiye ekonomisini önce ayağa kaldırmayı sonra da koşar hale getirmeyi amaçlayan ‘Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’ adlı program uygulanmaya başlandı. DSP-ANAP-MHP hükümeti IMF ile stand-by anlaşması yaptı. Ekonomiden Sorumlu Bakan olarak Kemal Derviş görev yapmaya başladı. 2002 sonuna doğru yapılan seçimlerden sonra 3 Kasım 2002’de AKP iktidara geldi. Ali Babacan Hazine Bakanı oldu. Ekonomiden o sorumluydu. Ekonomi programının ana çizgisi korundu.
Mayıs 2001’de Mülkiye’den Merkez Bankasına Başkan Yardımcısı olarak geçtim; Nisan 2006’ya kadar olan bitenin -en azından para politikası kısmının- ‘içeriden’ şahidiyim. Programın yürürlüğe konulduğu Mayıs 2001 itibariyle durum şöyleydi:
1- 2000 başında uygulanmaya başlayan IMF destekli programın önemli amaçlarından biri çok yüksek düzeydeki bütçe açığını kontrol altına almaktı. 2000 sonuna gelindiğinde bütçe açığının GSYH’ye oranı ancak yüzde 10,3’e düşürülebilmişti. Kriz patlak verdikten sonraki kamu bankalarını kurtarma operasyonu çerçevesinde kamu borcunun GSYH’ye oranı yüzde 72’ye (o zaman bilinen GSYH ile ölçüldüğünde yüzde 105’e) fırlamıştı. Hazine’nin reel borçlanma faizi yüzde 20’nin üzerindeydi. Dolayısıyla, küresel finans merkezlerinden bu durumun (yüksek bütçe açığı-yüksek borç-yüksek reel faiz) sürdürülemez olduğuna ve dolayısıyla Türkiye’nin iflasa doğru gittiğine doğru raporlar yağıyordu.
2- Küçük ve orta ölçekli birçok özel banka ya batmıştı ya da zor günler geçiriyordu. Kalan özel bankaların önemli bir döviz pozisyon açığı vardı. Geri dönmeyen krediler çok fazlaydı. Kamu bankaları, kamu borcunu patlatan operasyon öncesinde ‘görev zararı’ adı altında Hazine’den alacaklı durumdaydılar. Hazine bunu ödemediği için büyük likidite sorunu çekiyorlardı.
Dolar, 2 günde yüzde 56 arttı
3- 2000 başından beri uygulanmakta olan artış hızı sabit kur sistemi Şubat 2001’de çöktü. Kriz patlamadan önceki gün 1 dolar 689 bin lira iken, iki gün sonra 1.075 bin liraya fırladı (yüzde 56 arttı). Şubat 2001’de tüketici enflasyonu yüzde 33,4 düzeyindeydi, Mayıs ayına gelindiğinde yüzde 52’ye yükselmişti -ki bu daha başlangıçtı. Uygulanmakta olan döviz kuru sisteminin çökmesi ile ekonomiye duyulan güven çok azalmıştı. Mayıs başında risk primi yılbaşındaki düzeyini ikiye katlamış ve 1080 baz puana ulaşmıştı.
4- Önemli yapısal sorunlar vardı. İhale yasası çok sorunluydu. Bankacılık sektörünü düzenleyecek ve denetleyecek kurum (BDDK) oluşturulmuştu ama bir türlü işlevsel olamıyordu. Merkez Bankası, Hazine istediğinde bütçe harcamalarının belli bir oranına kadar ona kredi açabiliyordu. Tarımsal destekleme sisteminde önemli sorunlar vardı. Daha derindeki sorunlar ise malum: Eğitim sistemi, dış borca bağımlılık (potansiyeli düzeyinde bile büyürken yüksek cari işlemler açığı vermek), yetersiz verimlilik, bozuk gelir dağılımı…
Ekonomi programı bir yandan ilk üç maddede sıraladığım devasa sorunları çözmeyi amaçlıyor, bir yandan da bu devasa sorunları yaratan kurumsal yapıyı -son maddede ‘daha derindeki sorunlar’ kısmı dışında kalanları- değiştirmeyi hedefliyordu. Program büyük ölçüde başarılı oldu. Elbette derin sorunlar devam ediyordu ama her şey bir çırpıda çözülemezdi. 2004-2005 gibi artık onlara el atma zamanı gelmişti.
Uygulanan bir ekonomi programı ne kadar güçlü olursa olsun, para politikası bozuksa başarılı olamaz. Tersi de geçerli: Düzgün bir para politikası uygulanıyor ama kalan ekonomi politikası bozuksa bir işe yaramaz. Dolayısıyla, o dönemi para politikası açısından değerlendirirken, arka planda güçlü bir ekonomi programı varken Merkez Bankası’nın doğru adımlar atarak enflasyonu tek haneye indirip indirmediğine bakmak gerekiyor. Bunu yaparken; “Büyüme ne durumda? Kamu borcu ve dış borç nasıl seyretmiş?” gibi sorulara da mutlaka yanıt aranmalı. Önemli makro göstergeleri 2001-2006 dönemi için bir tabloda gösteriyorum (yeni GSYH verisini kullandım).
Sonuçlar şöyle:
1- Enflasyon tek haneye düşüyor.
2- Bu başarı, değil büyümeden ‘çalmak’, çok yüksek bir büyüme oranı ile sağlanıyor.
3- Kamu borcu ve dış borcun GSYH’ye oranları düşüyor. Keza dış borcun ihracata oranı da.
4- Merkez Bankası rezervleri yükseliyor.
5- Bankalar yeniden kredi açar hale geliyor (kredi-GSYH oranı yükseliyor). Geri dönmeyen krediler hızla düşüyor.
6- İhracat önemli ölçüde artıyor ama cari açık da yükseliyor.
7- Emeğin GSYH’den aldığı pay ne artıyor ne de düşüyor.
8- 2004-2005 gibi artık derin yapısal sorunlara el atılması gerekiyor ama yapılmıyor.
• Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve borsagundem.com.tr’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Kaynak: ekonomim.com