Türkiye düşük ücret ve yüksek kur ile ayakta kalabilen sektörlerden kurtulmak zorunda. Bu zaten bir ölçüde kendiliğinden oluyor ama kendiliğinden olunca çok sancılı; istihdam kaybı oluyor.
Büyümenin niteliğine, nasıl elde edildiğine ve elde edilen gelirin nasıl dağıldığına bakmadan salt büyümeye odaklanmak da bir tür ekonomik ezber. Birkaç tablo veriyorum. İlk tabloda bir dizi ülkenin büyüme oranlarından türetilen bir endeks yer alıyor. Ağırlıklı olarak Türkiye’nin de içinde bulunduğu G20 grubundaki gelişmekte olan ülkeler için hesaplanıyor. Ayrıca, G20 içinde artık gelişmiş bir ülke sayılan Kore ile Kolombiya, Şili ve Uruguay gibi Latin Amerika ülkeleri ve Polonya için de hesaplama var. Tabloda sırasıyla, 1979, 1999 ve 2009 reel GSYH değerleri 100 alındığında, o tarihlerden bu yana gerçekleşen büyüme oranlarının ülkelerin GSYH değerlerini 2024’te ne düzeye çıkardığı gösteriliyor.
Son 45 yılda Çin’in büyümesi müthiş; GSYH’sini 46,9 katına çıkarmış (1979=100 sütunu). Onu Hindistan, Kore, Endonezya ve Türkiye izliyor. 2024’te bizim GSYH 1979’dakinin 7,4 katına ulaşmış. Son 25 yıla bakınca (1999=100 sütunu) Türkiye üçüncü sıraya yükseliyor (3,35 katı). Son 15 yılda (2009=100 sütunu) biz yine üçüncü sıradayız; 2009’daki GSYH’mizi 2,3 katına çıkarmışız.
Tablo 2’de farklı bir karşılaştırma var. Satın alma gücü ile ölçülen kişi başına GSYH değerleri gösteriliyor. Aynı ülkeler aynı dönem. 2024’te kişi başına gelir açısından durum şu: Kore en yüksek kişi başına gelire sahip. Onu Polonya ve Rusya izliyor. Türkiye dördüncü sırada. Tablonun son sütununda ise 1980’deki kişi başına gelir düzeyine kıyasla, 2024’teki kişi başına gelir düzeyinin kaç katına çıktığı gösteriliyor. Bu ölçüt açısından Çin 30,5 kat ile açık ara önde. Onu Kore ve Hindistan izliyor. Biz dördüncü sıradayız; kişi başına gelirimiz 1980’deki düzeyinin 3,9 katına yükselmiş.
Buraya kadar Türkiye açısından durum hiç fena değil. Ölçü almamak gerekiyor ama Latin Amerika ülkelerine kıyasla büyüme performansımız çok iyi. Sadece bu ülkeler değil, çoğu G20 ülkelerine kıyasla da öyle. Ancak şu cepheden bakın. Şu anda çalışanların yarıya yakını asgari ücret alıyor. Bunun biraz altında ve üzerinde alanlar da hesaba katıldığında çalışanların önemli bir kısmına ulaşılıyor. Ama asgari ücret dört kişilik bir aile için hesaplanan açlık sınırının yüzde 79’u, yoksulluk sınırının ise yüzde 24’ü düzeyinde (Eylül 2025).
Türkiye bir yol ayrımında
Demek ki bu kadar büyüme ile çalışanların önemli bir kısmını yoksulluğa mahkûm etmeyecek bir ücret verecek düzeye gelmemiş ekonomimiz. O zaman bu kadar büyüme bu insanlar açısından ne anlam teşkil ediyor? Türkiye bir yol ayrımında. Ancak düşük ücret ve yüksek kur ile ayakta kalabilen sektörlerden kurtulmak zorunda. Bu zaten bir ölçüde kendiliğinden oluyor; sık sık Mısır ve benzer ülkelere taşınan fabrikalar gündeme geliyor. Ama kendiliğinden olunca çok sancılı; önemli bir istihdam kaybı yaşanıyor. Marifet, büyüme fetişinden kurtulup düzgün bir sanayi politikası ile bu süreci sarsıntısız kılmakta.
Not: 2025 Ekonomi Nobel ödülü ‘yaratıcı yıkım’ alanındaki çalışmaları nedeniyle Joel Mokry, Philippe Aghion ve PeterHowitt’e verildi. Tam da bu konu ile ilgili.
• Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve borsagundem.com.tr’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.