Yok yok, klasik bir emekli tahlili ya da tasnifi yapacağımı düşünmeyin. Öyle bir niyetim tabii ki yok. Ben ekonomiyle ilgili üst düzey görevlerde bulunmuş ve emekli olmuş kişilerle ilgili gözlemlerimi aktarmak istiyorum.
Türkiye’nin en önemli iki ekonomi kurumu Merkez Bankası ve Hazine’dir. Zamanında buralarda üst düzey görev yapıp emekli olanlardan epeyce tanıdığım var. Hani doktorlar da biraz öyledir ya, emekli olanların bir kısmı tıpla ilgili hiçbir şey konuşmak istemez, kendisine soru sorulmasından bile hoşlanmaz; işte ekonomiyle ilgili görev yapmış ve emekli olmuş eski bürokratlardan bir kısmı da aynı doktorlar gibidir. Ekonomiye sırtlarını dönmüşlerdir ve reel olarak giderek azalan emekli maaşlarıyla günlerini geçirmeye çalışırlar.
Bir de sanki hâlâ aynı görevi sürdürüyormuşçasına sorumluluk duygusunu hiç yitirmeden gelişmeleri ilgiyle izleyen, tahlil yapan, yazı yazan, üniversitelerde ders veren ya da başka görevler üstlenenler vardır; bunlar hiçbir şey yapamasalar yazı yazar ve dostlarına gönderirler.
İşte eski Hazineci böyle bir dostum var. Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özgür Orhangazi’nin enflasyonla mücadele politikasını ele aldığı son makalesini irdelemiş ve kendi görüşlerini de ekleyerek bana bir not göndermiş...
Bu eski Hazine bürokratı, Prof. Orhangazi’nin, döviz kurundaki artışı sınırlı tutmanın yolunun bir şekilde ülkeye fazladan döviz girişi sağlamaktan geçtiğini vurguladığını ifade ediyor. Prof. Orhangazi de yüksek faizin tercih edilmesindeki ana amacın talebi düşürmek değil, bu yüksek faizden kazanç elde etmek isteyenlerin döviz getirmesi ve böylece döviz kurundaki artışın sınırlı kalmasıyla enflasyondaki artışın dizginlenmesi olduğunu vurguluyor.
Prof. Orhangazi’nin saptamaları önemli:
“Ancak bu yolla (yabancıların döviz getirmesiyle) enflasyon dizginlense bile orta vadede bazı sorunların ortaya çıkması engellenemiyor. İlki, dışarıdan döviz getiren sıcak para yatırımcıları, elde ettikleri yüksek getirileri yurt dışına çıkarmak için daha fazla döviz talep ediyor. İkincisi, yurt dışındaki ürünler görece daha ucuzluyor ve ithalat artıyor. İthal girdi kullanımındaki artışla beraber artan ithalat döviz talebini büyütüyor.
Ayrıca döviz kurundaki oynaklığı azaltmak için yurt içinde faizler yükseltilince, şirketlerin gerek yurt içinden, gerek yurt dışından dövizle borçlanmaları hızlanıyor. Bunun sonucu olarak, yüksek faiz ve kontrollü kur dönemi ne kadar uzun sürerse dövizle borçlanma o kadar çoğalıyor.”
Prof. Dr. Orhangazi’ye göre, bu etkenler “orta vadede finansal kırılganlığın artmasına ve dışarıdan gelecek dövize bağımlılığın kronikleşmesine” yol açıyor.
Döviz ve döviz cinsi borçlanma
Eski Hazineci dostum Prof. Dr. Orhangazi’nin saptamalarına kendi görüşlerini ekliyor: “Şirketlerin döviz yükümlülükleri temmuz ayı itibarıyla içeriden alınan 174 milyar dolarlık kredi ve yurt dışından temin edilen 114 milyar dolar krediyle birlikte toplam 288 milyar dolara çıktı. Bu tarihi zirve. ‘Rasyonel’ politikalar uygulanmaya başladığından (Haziran 2023) bu yana çok hızlı bir artış var.”
Devam ediyor eski Hazine bürokratı:
“Şirketleri dövizli kredilere yönlendiren, içerideki TL faizlerin yüksek, dövizli kredilerin faizlerinin ise düşük olması. Burada varsayım, döviz kurundaki artışın enflasyondan daha fazla olmayacağı. (Bu politika OVP’ye göre en az iki yıl daha devam edecek.)”
Ya kur çok artarsa?
Böyle düşük faizli döviz kredisi kullanmak iyi de, göz ardı edilen bir risk var. Ya kur çok artarsa ne olacak?
Eski Hazine bürokratı bu konudaki görüşlerini, kaygılarını şöyle sıralıyor:
“Kurlar istenenden, öngörülenden çok artarsa şirketler döviz kredilerini ödemek için daha fazla TL bulmak zorunda kalacak. Böyle bir durumda hem döviz faizi, hem de artan kur için ödeyecekleri para, TL kredi alsalardı ödeyeceklerinden daha fazla olur. Bir örnek vereyim...
Bir şirket yıl başında bir yıl vadeli yüzde 8 faizli dolar kredisi almış olsa ve krediyi TL’ye çevirip kullansa yıl sonunda geri ödeme sırasında yıllık TL olarak ödeyeceği faiz kurdaki baskılanma nedeniyle yüzde 35'lerde kalacak. (Yüzde 25 kur artışı artı yüzde 8 faiz.)
Oysa o şirket TL kredi alsaydı, ödeyeceği faiz yüzde 55’ten az olmayacaktı.
Eğer dolar kuru yüzde 25 değil de 20 puan daha fazla, yani yüzde 45’ler dolayında artsaydı, döviz kredisinin TL yükü, TL krediyle başa baş gelecekti.
Ancak dolar kuru, yıllık enflasyonun üstünde, örneğin yüzde 50 civarında artsaydı, şirket dövizli kredi aldığı için ciddi zarar yazacaktı.
Dolayısıyla kurun baskılanması sadece enflasyonla mücadeleye değil, şirketlere ve çok yüksek döviz borcu olan Hazine’ye de yarıyor. Çünkü Hazine’nin toplam 161 milyar dolarlık döviz yükümlülüğü var. Bu bağlamda, dolardaki her bir liralık artış şirketlere 288 milyar lira, Hazine’ye 161 milyar lira ek yük getiriyor.”
Sorular, sorular...
Peki bu “ekonomi politikası” yıllar boyu sürdürülebilecek bir politika mı?
Eski Hazineci dostum bu soruya da yanıt veriyor:
“Bir gün döviz kurlarını tutmak zorlaşır ve kurda hızlı bir artış yaşanırsa şirketler ve Hazine aşırı strese girecektir.
Öyleyse sorulması gereken sorular şunlar olmalı...
Kur, nereye kadar baskılanabilir?
Bu sorunun yanıtı, herhalde gerek olduğunda net döviz rezervleri yetene kadar olacaktır.
Sonra? Sonra tekrar faiz mi yükseltilecek? Yani başlanan yere geri mi dönülecek?
Veya siyasi tavizler verilerek döviz çıkışları yavaşlatılacak, daha önemlisi kısa vadeli de olsa girişler artırılmaya mı çalışılacak?
Sizce hangi seçenek seçmen algısını yönetmede daha kolay kullanılabilir?”
• Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve borsagundem.com.tr’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.