Ekonomi

Potansiyelini kullanamamak

Sayın Fatih Özatay'ın, ekonomim.com sitesinde bugün yayımlanan "Potansiyelini kullanamamak" başlıklı köşe yazısı

Nisan ayında aylık enflasyon yüzde 3 oldu. Yıllık enflasyon ise 0,24 baz puan düştü ve yüzde 37,9 düzeyine indi. Eski ‘düşük’ enflasyon döneminde (2003-2017) nisan aylarında gerçekleşen enflasyonun ortalaması yüzde 0,99 idi (Grafik). 3 nerede 0,99 nerede? Merkez Bankası’nın ‘ara hedef’ olarak alın dediği resmi yıl sonu enflasyon tahmini yüzde 24. Belirsizlik aralığı dikkate alındığında enflasyonun yüzde 19-29 arasında bir yerde kalacağı öngörülüyor. Farklı bir ifadeyle üst sınır yüzde 29. Enflasyonun yüzde 24’e inmesi için yılın kalan sekiz ayında aylık enflasyonlarının yüzde 1,1’i, yüzde 29 olması için ise yüzde 1,6’yı geçmemesi gerekiyor.

Olabilir mi? 19 Mart’tan bu yana Türkiye’de olan biteni yaşamasaydık 24 olmasa bile 29’un biraz altı olabilirdi. O durumda zaten Nisan enflasyonu da bu kadar yüksek çıkmayacaktı. Neden olabilirdi? Ham petrol fiyatları giderek düşüyor. Brent varil fiyatı, bir ay öncesine kıyasla Şubat’ta yüzde 4,8, Mart’ta yüzde 3,6, Nisan’da ise yüzde 6,5 azaldı. Enerji ithalatçısı Türkiye için büyük bir avantajdı bu.

Ancak, 18 Mart’tan bu yana ithalatın döviz bileşimi ile ağırlıklandırılmış döviz sepetinin (yaklaşık yüzde 62 dolar, yüzde 38 Euro)  değeri lira karşısında yüzde 6,9 oranında yükseldi. Büyük miktarda döviz satılmasına ve fiili politika faizinin 6,5 puan yükseltilmesine karşın gerçekleşti bu değer kaybı. Yetmedi, Merkez Bankası yeni makro ihtiyati tedbirler açıkladı. Önlemler bir yandan döviz rezervini (suni) yollarla artırmayı diğer taraftan döviz talebini azaltmayı amaçlıyor. Oysa enflasyonla mücadelede başarılı olan (olacak) bir programın doğal yollarla dolarlaşmayı azaltması liralaşmayı artırması beklenir. Bunun bir sonucu olarak zaten bu yollara gerek kalmadan döviz rezervi artar.

Önemli bir sorun var. Evet, ekonomi programı eksik. Uzun zamandır bunun altını çiziyorum. Ama şu andaki sorun ekonomi programının eksikliğinden kaynaklanmıyor; turp ve şalgamla çok yakından ilgili. Adil ve hızlı çalışan bir yargı sistemi yoksa, dahası o sistem giderek ‘hukukun üstünlüğü’ endekslerinde Türkiye’yi son sıralara doğru götürüyorsa, salt para politikası ya da bütçe açığını azaltmaya yönelik önlemlerle yapabileceğiniz bir şey yok. Yok da enflasyon düşmeyecek mi? Diyelim ki yıl sonunda yüzde 30’a düştü. Hadi, 2026 ortalarında yüzde 25 oldu. Ne olacak? Başımız göğe mi erecek? Biliyoruz ki bir süre sonra (erken seçim olmayacaksa) seçim ekonomisi devreye girecek. Odak noktası enflasyon olmayacak.

Daha önemlisi şu: Geldiğimiz noktada, özellikle yargı sistemimizin içinde bulunduğu koşullarda ve şirketlere kolaylıkla kayyum atanabildiği de dikkate alındığında, yerli sermayenin verimliliği ve teknoloji düzeyi yüksek alanlara yatırım yapma ihtimali düşük. Kaliteli beşeri sermaye zaten başka ülkelere yelken açmış durumda. Bir de kuralların bu kadar değiştiği ve özellikle kayyum uygulamasının bu kadar yaygınlaştığı bir ülkeye kaliteli yabancı sermaye gelmeyeceğini düşünün.

Türkiye, bu koşullar altında öyle görünüyor ki, potansiyelini kullanamayan, düşe kalka ilerleyen bir ülke olacak. Bugün yüzde 5 büyüyecek, yarın küçülecek. Asgari ücret, seçin öncesi hariç, açlık sınırı civarında dolaşacak. Emeklinin durumu da çok farklı olmayacak. Verimliliği yüksek bir ekonomi ve dolayısıyla yüksek ücret kazananların mutlu ülkesi değil de ucuz işgücü ülkesi olmaya devam edecek; çoğu sanayici “ama Mısır ve fakat Bangladeş’te ücretler daha düşük” falan diyecek.

•    Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve borsagundem.com.tr’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.