Ekonomi politikası adına ortada sadece para politikası ve bir ölçüde de bütçe dengesini kurmaya çalışan maliye politikası olunca, ister istemez bunlar hakkında sıkça yazmak kaçınılmaz oluyor. Geçtiğimiz perşembe günü Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplandı ve politika faizini yüzde 40,5’ten yüzde 39,5’e çekti. Karar günü çıkan yazımda, faiz sabit tutulsa da bir puan indirilse de bir şey fark etmeyeceğini ifade etmiştim. Buna rağmen, faizin sabit tutulması gerektiğini belirtmiştim. Peki, neden?
Kendi görüşlerim yerine Merkez Bankası’nın bir önceki PPK toplantısında -11 Eylül’de- aldığı kararı duyurmak için yayımladığı metinden alıntı yapacağım. Şöyle deniliyor: “Kurul politika faizine ilişkin atılacak adımları; enflasyon gerçekleşmelerini, ana eğilimini ve beklentilerini göz önünde bulundurarak ara hedeflerle uyumlu biçimde dezenflasyonun gerektirdiği sıkılığı sağlayacak şekilde belirleyecektir.”
Son üç aydaki gerçekleşmeler 2026 sonu hedefiyle uyumlu değil
Dolayısıyla faiz kararının üç unsur tarafından şekilleneceğini vurguluyor. Sözünü ettiğim ve perşembe günü yayımlanan yazımda yukarıdaki alıntıda belirtilen ilk unsura -enflasyon gerçekleşmelerine- yer vermiştim. Tekrarlamayayım; son üç aydaki gerçekleşmeler yüksek ve 2026 sonu hedefi ile hiç uyumlu değil. Kaldı ki ekimde enflasyonun yüzde 3 civarında gerçekleşebileceğini gösteren çalışmalar var. Bu durumda son dört aydır yıllık enflasyon yüzde 33’e takılmış kalmış oluyor.
PPK metninden yaptığım alıntıda belirtilen ikinci unsur ise ‘enflasyonun ana eğilimi’. Yine Merkez Bankası’nın görüşüne başvuracağım. 6 Ekim’de yayımlanan ‘Aylık Fiyat Gelişmeleri’ raporunun üçüncü paragrafında şöyle deniliyor: “TCMB bünyesinde takip edilen göstergeler, eylül ayında enflasyonun ana eğiliminin aylık bazda yükseldiğine, üç aylık ortalamalar bazında ise daha sınırlı bir artış kaydettiğine işaret etmektedir.” Demek ki TCMB ikinci unsurun da olumsuz yönde seyrettiğini saptamış. Üstelik beklendiği gibi ekim enflasyonu yüzde 3 düzeyinde gelirse, ana eğilimdeki bozulma sürecek.
Enflasyon beklentileri ‘eh işte’
Eylül PPK karar metnindeki üçüncü unsur ise ‘beklentiler’. Piyasa katılımcılarının ekim ayında (her vadede) ilerisi için bekledikleri enflasyon yükseldi. Hanehalkının ve reel sektörün ise eylülde oluşturdukları bekleyişleri biliyoruz: İyileşme gösteriyorlar. Bunlardan en önemlisi reel sektörün bekleyişleri çünkü büyük şirketlerin fiyat belirleme güçleri var. Reel kesimin eylül ayında bir yıl sonrası için beklediği enflasyon düzeyi düşmüş olmakla birlikte hala yüksek: Yüzde 36,8.
Bu durumda, Merkez Bankasının Eylül PPK metninde faiz kararları açısından belirleyici olduğunu ifade ettiği ilk iki unsurdaki gelişmeler açık biçimde olumsuz yönde. Üçüncü unsur ise ‘eh işte’ şeklinde. Muhtemelen hanehalkının ve reel kesimin ekim ayında oluşturdukları bekleyişler yayımlanınca onlarda da bozulma olduğunu göreceğiz.
Zaten Merkez Bankası da aynı görüşte: Son karar metninin ikinci paragrafında şöyle deniliyor: “Enflasyonun ana eğilimi eylül ayında yükselmiştir. Son döneme ait veriler talep koşullarının dezenflasyonist düzeyde olduğuna ancak dezenflasyon sürecinin yavaşladığına işaret etmektedir. Başta gıda olmak üzere son dönem fiyat gelişmelerinin enflasyon beklentileri ve fiyatlama davranışları kanalıyla dezenflasyon süreci üzerinde oluşturduğu riskler belirginleşmiştir.”
Bu durumda politika faizinin düşürülmemesi gerekiyordu kanısındayım. Ama elbette şu da söylenilebilir: “Zaten bu gelişmeler nedeniyle sınırlı bir indirime gidildi.” Bilmiyorum… Ama şunu biliyorum: Uygulanmakta olan ekonomi programının eksikliklerinin giderilmesi yönünde doyurucu adımlar atılmadıkça enflasyonun 2026 sonunda yüzde 25 civarında kalmasına ‘sevinmek’ gerekiyor.
• Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve borsagundem.com.tr’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.