28 Ekim 1923…
Anadolu’nun her köşesinde yorgun ama gururlu bir milletin kalbi aynı heyecanla atıyordu. Kurtuluş Savaşı’nın ardından, Türk milletinin kaderini tayin edecek yeni bir dönemin eşiğindeydik. Ankara’da, Çankaya Köşkü’nde akşam saatlerinde toplanan dar bir kadro, tarihin en büyük dönüşümüne tanıklık etmek üzereydi. Ve o gece, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın tarihe kazınan o sözü yankılandı:
“Efendiler, yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz.”
Bu cümle, sadece bir devlet rejiminin değiştiğini değil; bir milletin asırlık zincirlerini kırıp kendi iradesine sahip çıktığını müjdeleyen bir manifestoydu. Artık saltanatın değil, halkın sözü geçecekti. Artık kader, birkaç kişinin değil, bütün bir milletin elindeydi.
O gün, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları yalnızca bir yönetim biçimi belirlemediler; aynı zamanda milletin onurunu, özgürlüğünü ve eşitliğini teminat altına aldılar. Cumhuriyet, savaş meydanlarında kazanılan zaferlerin siyasal anlamda taçlanmasıydı. Çünkü Paşa biliyordu ki, eğer bu milletin egemenliği halka geçmezse, kazanılan zaferler bir gün anlamını yitirecekti.
28 Ekim gecesi Çankaya’da söylenen o söz, ertesi gün mecliste “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” ilkesiyle vücut buldu. 29 Ekim 1923 sabahı Türkiye, tarih sahnesinde yeniden doğdu. Artık bu ülkenin adı “Türkiye Cumhuriyeti”, başındaki isim ise “Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk” idi.
Bugün 28 Ekim’i sadece bir “ön gün” olarak değil, bir dönüm noktası olarak hatırlamak gerekir. Çünkü o gece verilen karar, bir milletin geleceğini aydınlatan meşalenin yakıldığı andır.
Cumhuriyet, o gecenin cesaretiyle, o iradenin sarsılmaz kararlılığıyla doğmuştur.
Atatürk’ün vizyonu, sadece kendi çağını değil, sonsuz geleceği de aydınlatan bir fikirdi:
“Cumhuriyet, düşünce serbestliği demektir; ilerlemektir, çağdaşlıktır, insan olmaktır.”
Bugün her nefeste, her özgür sözde, her seçme ve seçilme hakkımızda o gecenin yankısı vardır.
Ve bizler, 28 Ekim 1923 gecesinin o tarihî iradesine borçluyuz:
Bir milletin, kendi kaderini tayin etme onuruna…