Enflasyonu düşürürken büyümeye ne olacağı, hangi başlangıç koşullarında olduğunuza ve uyguladığınız programın niteliğine bağlı.
Enflasyonla mücadele eden bir ekonomi programının daha düşük ekonomik büyümeye yol açacağı ezberi bizim gibi ülkelerde ekonomide istikrarın bir türlü sağlanamamasının önemli nedenlerinden biri. Son yazımda bu konuyu incelemiştim. Farklı bir cepheden yine bu önemli konuyu ele almak istiyorum.
Bu ezber, enflasyonu düşürmeyi amaçlayan bir ekonomi programının uygulandığı ekonomide başlangıç koşullarını dikkate almıyor. Ezberin bu kadar yaygın olmasının temel nedeni de buradan kaynaklanıyor. Özellikle yıllarca düşük enflasyonun hüküm sürdüğü gelişmiş ülkelerdeki deneyimler ve o ülkeler için üretilen kurumsal çerçeve, bu ezberin altyapısını oluşturuyor.
Gelişmiş ülkelerde hedef alınan enflasyon düzeyi yüzde 2. Normal koşullarda enflasyon yüzde 2 civarında seyrediyor, yüzde 4-5’e doğru çıkacak olursa merkez bankaları hemen devreye giriyorlar ve politika faizlerini yükseltiyorlar. Bu sıkılaştırıcı adım, işsizliği artırıcı, büyümeyi düşürücü yönde çalışıyor. Bir süre sonra faiz artışı etkisini gösteriyor, ekonomi ‘soğuyor’ ve enflasyon üzerindeki talep baskısı ve onun ücret-kâr çekişmesi üzerine etkileri ortadan kalkıyor, enflasyon düşüyor. Dolayısıyla bu ülkelerde açık biçimde enflasyonu düşüren bir program bir süreliğine işsizliği artırıyor ve büyüme de düşüyor. Bu çerçevede bakınca söz konusu ezber geçerli bir ezber oluyor.
Ama bir başka ekonomi ele alın. Ekonomisinde önemli sorunlar bulunsun. Şirketler kesiminin bilançosunda yüksek kaldıraç oranı, açık döviz pozisyonu gibi kırılganlıklar olsun. Bankacılık sektörü de sorunlarla boğuşagelsin: Düşük sermaye-varlık oranları, geri dönmeyen krediler ya da açık döviz pozisyonları. Kamu borcu yüksek, borcun önemli bir kısmı da döviz cinsinden olsun. Üzerine bir de yüksek bütçe açığı ekleyin. Bir de bu ekonomide sık sık seçim ekonomisi uygulandığını düşünün. Bu çerçevede hızlı kredi artışları teşvik edilmiş ve kredi faizleri düşük tutulmuş olsun. Tüm bunların sonucunda da enflasyon iki haneli düzeylerde gezinsin. Siz deyin yüzde 20-30 ben diyeyim yüzde 50-60. Bu çerçevede ülkenin risk primi yüksek ve küresel finansal sistemden yüksek faiz oranlar ile borçlanabiliyor olsun. Üstüne üstlük açıklanan istatistiklere güven duyulmasın. Dahası, özellikle seçim öncesi dönemlerde faizleri düşük tutmak için merkez bankasına sık sık müdahale edilsin; merkez bankası bağımsız olmasın.
Dikkat: İlla bu sorunların hepsinin aynı anda yaşanması gerekmiyor ama bir kısmının varlığı önemli. Bu ülkede yaşanan sorunlara çare bulmayı ve dahası bu sorunlara yol açan kurumsal yapıyı yeniden düzenlemeyi amaçlayan bir ekonomi programı uygulandığını düşünün. Programı uygulayanların başladıkları işi yarıda bırakmayacaklarına olan inancın giderek arttığını varsayın. Dış koşullarda olağanüstü bir bozulma yaşanmazsa, bu programın büyümeyi düşürmeden enflasyonu keskin biçimde düşürme şansı yüksek olacaktır. Hatta büyümenin artması olasılığı da az olmayacaktır.
Nedeni sanıyorum açık: Ekonomide büyük bir değişikliğe yelken açan bir programdan söz ediyorum. Dengesizlik kaynaklarını (bozuk şirket bilançoları, kırılgan bankacılık sektörü, yüksek bütçe açığı) tek tek yok ediyor ve üstelik de kurumsal yapıyı bu dengesizliklere yol açmayacak şekilde değiştiriyor. Mesela bankacılık düzenleme ve denetleme işini ciddiye alan bir kurum oluşturuyor, rekabet otoritesini güçlendiriyor, merkez bankasını bağımsız yapıyor, istatistik kurumunun yapısını değiştiriyor… Bu koşullar altında bu ekonomiye duyulan güvenin yükseleceği ve zamanla risk priminin düşeceği açık. Dolayısıyla, enflasyonu düşürürken büyümeye ne olacağı, hangi başlangıç koşullarında olduğunuza ve uyguladığınız programın niteliğine bağlı.
Kıssadan hisse: Ezberlerden kurtulmakta yarar var.
• Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve borsagundem.com.tr’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.