O sabah saat dokuzu beş geçe yalnızca bir insan ölmedi; bir çağ kapandı, bir başka çağın sorumluluğu bizlere miras kaldı. Atatürk’ün bedeni toprağa karıştı belki ama fikirleri toprağın altına değil, bir ulusun kalbine kazındı.
O, bir halkı sadece düşman işgalinden kurtarmadı; cehaletten, umutsuzluktan, kaderciliğin zincirlerinden de kurtardı. Bir milletin başını öne eğmiş yorgun halkını, “Ben varım” diyen bilinçli bireylere dönüştürdü. Onun kurduğu Cumhuriyet, bir coğrafya değil, bir düşünce biçimidir; bir yönetim değil, bir duruştur.
10 Kasım’da, sirenler çaldığında, sokakta, okulda, evde ya da işte herkes bir anda durur. O birkaç saniyelik sessizlik, aslında bir yas değil; bir hatırlayıştır. Çünkü Atatürk’ü anmak, ağıt yakmak değil; onun bıraktığı emaneti yeniden eline almak, onu çağın koşullarında yeniden anlamlandırmaktır.
Atatürk’ün hayatına baktığımızda, orada yalnızca savaşlar, cepheler, başarılar yoktur. Orada insanüstü bir azim, benzersiz bir vizyon, tükenmeyen bir inanç vardır. Cephede mermi sesleri arasında bile “eğitim”, “bilim” ve “kadın hakları” düşünebilen bir liderdi o. Onun gözünde kurtuluş, yalnızca silahla değil, akılla kazanılabilirdi. Ve o yüzden Atatürk, bir zaferin değil, bir zihniyetin adıdır.
Bugün 10 Kasım’da, ona duyduğumuz saygı yalnızca geçmişe değil, geleceğedir. Çünkü o, geçmişte kalmadı; geleceği inşa etmek için hâlâ yolumuzu aydınlatıyor. Bir öğretmen, sınıfta çocuklarına düşünmeyi öğretiyorsa; bir bilim insanı, ülkesinin adını dünyaya duyurmak için çalışıyorsa; bir genç, karanlığa rağmen hayal kuruyorsa orada Atatürk vardır.
O, “en büyük eserim” dediği Cumhuriyet’i bize bıraktı. Ama aslında bize bıraktığı şey, Cumhuriyet’ten de öteydi: Kendine inanan bir insanın, bir halkın, bir milletin neler başarabileceğini gösteren bir örnekti. Atatürk’ün hayatı, “imkânsız” kelimesinin bir yanılsama olduğunu öğretti bize.
Her 10 Kasım, bize bir sorumluluk hatırlatır: Onun gösterdiği yolda, aklın ve bilimin ışığında yürümek. Yani yas tutmak değil, fikrini yaşatmaktır esas olan. Çünkü Atatürk, bir mezar taşında değil; düşüncede, üretimde, özgürlükte, eşitlikte yaşar.
Bugün, aradan geçen yıllara rağmen, hâlâ her 10 Kasım’da içimizde aynı sızı, aynı gurur vardır. Bu duygunun adı sadece özlem değil; minnettarlıktır. Ona minnet duyarız, çünkü bize yalnızca bir ülke değil, o ülkeyi yaşatacak bir bilinç bıraktı. Ve o bilinç, her 10 Kasım sabahı yeniden doğar.
Atatürk, bir devrin değil, tüm devirlerin lideridir. Onun için 10 Kasım, bir bitiş değil; bir hatırlayış, bir yeniden doğuştur. Her yıl 10 Kasım’da, saat 09.05’te sessizce eğilen başlar, aslında onun mirasına bir söz verir: “Fikrini, azmini ve inancını geleceğe taşıyacağız.”